بسم الله الرحمن الرحيم

15 Aralık 2007 Cumartesi

Nuh (as).Karısını Kurtaramadı

29.33. Elçilerimiz Lût'a gelince, Lût onlar hakkında tasalandı ve (onları korumak için) ne yapacağını bilemedi. Ona: Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de aileni de kurtaracağız. Yalnız, (azapta) kalacaklar arasında bulunan karın müstesna, dediler.

14 Kasım 2007 Çarşamba

Gerçekler

Hayal Kurmak

7 Kasım 2007 Çarşamba

Irkçılık İslamda Yoktur

Tanışıp bilişmek için,Allah ırk ve kabilelere ayırmıştır.
Hepimiz Adem as.ın Çocuklarıyız sadece inanan ve inanmıyan vardır.
kafir ve müslüman vardır.Cennet veya cehannem vardır.
IRK asla üstünlük vesilesi olamaz.
Her millet devlet kurabilir.Yönetim şekli ne olursa olsun.
Müslümanın yönetim şekli islama uygun olur.
İslam Hayat dinidir.Bütün peygamberler Arap değildir.sadece
Hz.Muhammed araptır.
Ama Bütün Peygamberler tevhid akidesinde ve Müslümandır.
Müslüman,bütün Peygamberlere inanır ve sever.inanmazsa Mü'min ve müslüman olamaz.
Kafir ve islam düşmanı olurlar.
Türk olmak.kürt olmak Arap olmak suç değildir.
Irkçı olmak suçtur.
Peygamberimizin Amcasıda araptı,ve hemde kendi kabilesindendi,Haşim oğullarındandı.kendi kanındandı.
Ama Peygamberimize inanmıyan bir düşmandı.Sadece peygamberimiz değil.
Allah bile Lanetledi,kınadı ve cehennemle müjdelendi.
Bunun yanısıra.Zenci olan Bilal'e,Farisi olan salman'a Peygamberimiz kardeşim diyordu.
Devletini kurduğu zaman sadece haşim oğulları değil,
Kabinede medineli evs ve hazrec kabilesinden olanlarda vardı.
Ben Türküm soysuz değilim,Müslümanım Dinsiz değilim.
Irkçıları Lanetliyorum.Kınıyorum.
BÖLÜCÜLÜK:
Bu bir Ermeni oyunudur diyorum.
Bu bir Anarşi ve PKK oyunudur diyorm.

6 Ekim 2007 Cumartesi

Yaratılışın Gayesi

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"İnsanları ve cinleri yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat: 56)

Bu ayetten anlaşılıyor ki, insanların ve cinlerin yaratılış gayesi, yalnızca Allah'a ibadet etmektir.İbadetin ifade ettiği mana; belirli hareketleri, belirli zamanlarda yapmanın ötesinde, çok daha geniş ve kapsamlıdır. İbadet doğrudan doğruya insanın varoluşunun gayesini ve insan hayatının hedefini teşkil etmektedir.
Bu ayette geçen ibadet "TEVHİD" anlamındadır. Yani, yalnız Allah'a ibadet edip O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak...
Tevhidi bu şekilde anlayıp buna göre amel etmeyen kişi ne kadar çok Allah'a ibadet etse de, Allah (c.c) onun ibadetini asla kabul etmez.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Allah'a ibadet edin. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın." (Nisa: 36)
Allah (c.c) ortak koşulmaksızın yalnızca kendisine ibadet edilmesini emrediyor.Ayeti Kerimede ilk olarak, Allah'a ibadet emri, ikinci olarak da Allah'tan başkasına ibadet yasağı bildiriliyor. İbadetin gerçek anlamını bulabilmesi için bu iki şartın aynı anda olması gerekir.
Nitekim Allah: "...O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın." derken, ister bir meleğe, ister rasule, ister insana, ister hayvana, ister şeytana ve isterse bunlardan daha başka akla gelebilecek neye olursa olsun, kendisinden başkasına ibadet etmeyi yasaklıyor.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Andolsun ki biz her ümmete yalnız Allah'a ibadet edin ve tağuttan kaçının" demesi için bir resul gönderdik. Böylelikle onlardan kimine Allah hidayet verdi. Onlardan kiminin üzerine de sapıklık hak oldu. Artık yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonu görün." (Nahl: 36)

Peygamberin Bilinmesi

O; Haşim oğlu Abdulmuttalib oğlu Abdullah oğlu Muhammed'dir. Haşim Kureyş'den, Kureyş Arap'tan, Arap ise Allah'ın dostu İbrahim'in oğlu İsmail'in soyundandır. (O ikisine ve Peygamber efendimize en güzel dua ve selam olsun) Onun (Peygamber efendimizin) atmış üç yıllık bir ömrü vardır. Bunun kırk yılı peygamberlikten önce, yirmi üç yılı ise peygamber ve resul olarak geçmiştir. İkra suresi ile Nebi, Müddessir Suresi ile Resul olmuştur. Mekke şehri onun memleketidir. Allah onu şirkten sakındırması ve tevhide davet etmesi için göndermiştir. Buna delil ise Yüce Allah'ın şu sözleridir:
"Ey örtüye bürünen (Peygamber), Kalk ve sakındır ve Rabbini yücelt ve elbiseni temizle ve günahlardan uzak dur ve yaptığın iyiliği çok görüp başa kalkma ve Rabbin için sabret." (Müddessir Suresi 1-7. ayetler)
Ayetteki "Kalk ve sakındır"ın manası; şirkten sakındır, tevhide davet et demektir. "Rabbini yücelt"in manası; tevhitle onu birlemekle yücelt demektir. "Elbiseni temizle"'nin manası amellerini şirkten temizle demektir. "Günahlardan uzak dur"'un manası putlardan, tapılan her şeyden ve ehlinden uzak dur, onları terk et demektir.
Peygamber efendimiz şirkten on sene insanlığı sakındırdı, tevhide davet etti. On yılın sonunda miraca çıktı. Beş vakit namaz farz olundu. Bu şekilde Mekke'de üç sene namaz kıldı. Daha sonra Medine'ye hicret etmekle emrolundu. Hicret: (Kişinin) şirk beldesinden (küfür beldesinden) İslam diyarına intikal etmesi demektir. Hicret kıyamet kopuncaya kadar İslam ümmeti üzerine farzdır. Buna delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:
"Melekler ruhlarını (canlarını) alacakları nefislere, siz (dünya hayatında) ne yapıyordunuz diye sorarlar. Onlarda bizler (kâfirler yüzünden dinin emirlerini tatbikten) aciz kimseler idik derler. (Melekler onlara) Allah'ın arzı (yeryüzü) geniş değilmi idi, yeryüzünde hicret etseydiniz derler. O kimselerin barınacakları, kalacakları yer cehennemdir. Orası kötülüğü çok olan bir varış yeridir. Erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan (hicret etmeye gücü yetmeyen) aciz kalan, bir çare ve yol bulamayanlar bundan müstesnadır. Allah böylelerini umulur ki affeder. Allah çokça af ve mağfiret sahibidir." (Nisa Suresi 97-99. ayetler)
Ve Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Ey iman edenler! Şüphesiz ki benim arzım (yeryüzü) geniştir. (Bu itibarla) yalnızca bana ibadet edin." (Ankebut Suresi 56. ayet)
İmam Bağavi - Allah ona rahmet etsin- bu ayetin iniş sebebinin Mekke'den hicret edemeyen Müslümanların Mekke'de kalışlarıdır. Allah onlara iman ismi ile seslenmiştir (demiştir.).
Hicrete sünnetten delil ise Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şu sözüdür
"Tevbe kesilmedikçe hicrette sona ermez, güneş batıdan doğmadıkça da tevbe kapısı kapanmaz" (Ebu Davud: 2479 no'lu hadis)
Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine'ye yerleşip karar kılınca, dinin diğer hükümleri ile de emrolundu. Zekat, oruç, hac, ezan, cihad, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak gibi islamın diğer hükümlerini insanlığa bildirdi. Bu şekilde on yıl devam etti. Hicretin onuncu yılında vefat etti. - Allah'ın salatı ve selamı onun üzerine olsun- Onun getirmiş olduğu bu din kıyamete kadar baki kalacaktır.
Hiç bir hayırlı (iyi iş) yoktur ki onun (peygamber efendimiz) dini buna delalet, işaret etmesin, hiç bir kötülükte yoktur ki sakındırmasın.
Dinin delalet ettiği hayır: tevhid ve Allah'ın sevdiği ve razı olduğu her şeydir. Allah onu bütün insanlığa peygamber olarak göndermiş, insanların ve cinlerin hepsine ona itaat etmeyi farz kılmıştır. Buna delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:
" De ki: Ey İnsanlar! Şüphesiz ki ben Allah'ın elçisi (peygamberi) olarak sizin hepinize gönderildim" (Araf Suresi 58. ayet) Onunla Yüce Allah dinini kemale, tamama erdirmiştir. Buna delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:
" Bu gün ben size dininizi kemale erdirdim ve üzerinize nimetimi tamamladım ve İslam dininden sizin için razı oldum" (Maide Suresi 3. ayet)
Peygamber efendimizin öldüğüne delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:
"Şüphesiz ki sende öleceksin ve onlarda ölecekler, sonra siz (Ey insanlar) Rabbinizin huzurunda mahkeme olunacaksınız." (Zümer Suresi 30-31. ayetler)
İnsanlar öldükten sonra tekrar diriltileceklerdir. Buna delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür.
"Sizi (topraktan) yarattık ve tekrar ona döndüreceğiz ve bir kere daha sizi ondan çıkaracağız" (Taha Suresi 55. ayet) ve Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Allah sizi yeryüzünden (tıpkı bir bitki gibi) çıkardı. Sonra ona sizi döndürecek, sonra sizi tekrar çıkaracaktır." (Nuh Suresi 17-18. ayetler)
İnsanlık tekrar diriltildikten sonra hesaba çekilecekler ve amellerinin karşılığı verilecektir. Buna delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:
"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'a aittir. (bunların yaratılması ise Allah'ın) kötülük edenleri yaptıkları ile cezalandırması, iyilik edenleri, güzel iş işleyenleri de mükafatlandırması içindir." (Necm Suresi 31. ayet)
Kim yeniden diriltilmeyi yalanlarsa kafir olur. Buna delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:
"Kafirler, inkar edenler yeniden diriltilmeyeceklerini zannederler. De ki: Evet Rabbime yemin olsun ki siz tekrardan muhakkak ki diriltileceksiniz. Sonrada yaptıklarınızdan haber edileceksiniz. (Elbette ki) Allah için onu yapmak çok kolaydır." (Teğabun Suresi 7. ayet)
Yüce Allah bütün peygamberleri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndermiştir. Buna delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür.
" (Biz) İnsanlığa peygamberler gönderildikten sonra Allah'a karşı kullanabilecekleri bir delilleri kalmasın diye müjdeleyici ve sakındırıcı peygamberler gönderdik." (Nisa Suresi 165. ayet)
İlk olarak bir din ile gönderilen peygamber Nuh aleyhisselamdır. Buna delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:
" Biz Nuh'a ve daha sonraki peygamberlere vahy ettiğimiz gibi şüphesiz ki sana da vahiy ettik." (Nisa Suresi 163. ayet)
Muhakkak ki Allah Nuh (aleyhisselam)'dan Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e kadar bütün ümmetlere bir peygamber göndermiştir. Bütün peygamberler ümmetlerini yalnız Allah'a ibadet etmeye çağırmış ve tağuta ibadet etmeyi yasaklamışlardır. Buna delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:
"Muhakkak ki biz her ümmete Allah'a ibadet edip, tağutlardan kaçınmaları için bir peygamber gönderdik." (Nahl Suresi 36. ayet)
Yüce Allah bütün kullara tağutları inkar edip, Allah'a iman etmelerini farz kılmıştır.
Tağut kelimesinin manası hakkında İbni Kayyım şöyle söylemiştir: Tağutun manası: Kulun haddini aşarak Allah'tan başka ibadet ettiği her mabud, onun dışında emrine tabi olduğu kendisine tabi olunan ve kendisine itaat edilen her şey tağut demektir.
Tağutlar çok çeşitlidir. Başlıcaları beş tanedir.
1- Şeytan (Allah ona lanet etsin)
2- Kendisine ibadet edilmesinden razı olan, ibadet edilen
3- Kendisine ibadete çağıran
4- Gaybdan bir şey bildiğini iddia eden
5- Allah'ın indirdiğinin dışında hüküm edenler tağuttur.
Buna delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:
" Dinde zorlama yoktur. Hak yol batıl yoldan ayrılmıştır. Kim tağutu inkar eder, Allah'a inanırsa kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuş olur. Allah çokça her şeyi işiten ve bilendir." (Bakara Suresi 256. ayet)
La İlahe İllallah'ın manası da budur. (Allah'tan başka hakkı ile ibadet edilecek bir ilah yoktur) Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Her işin başı islamdır, direği namazdır ve direğin zirvesi ise Allah yolunda cihattır."
Allah her şeyi en iyi bilendir. Ve sallallahu ala Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellem.

24 Ağustos 2007 Cuma

Şirk

En büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmek. Allah'tan (C.C.) ümidini keserek başkasından meded beklemek. (Şirkin mânası mutlak küfürdür.) (Politeizm) (Evet, küfür mevcudatın kıymetini ıskat ve mânasızlıkla ittiham ettiğinden bütün kâinata karşı bir tahkir ve mevcudât âyinelerinde cilve-i Esmâyı inkâr olduğundan; bütün Esmâ-i İlâhiyeye karşı bir tezyif ve mevcudâtın Vahdâniyete olan şehâdetlerini reddettiğinden, bütün mahlukata karşı bir tekzib olduğundan istidad-ı insanîyi öyle ifsad eder ki: Salâh ve hayrı kabule liyâkatı kalmaz. Hem bir zulm-ü azimdir ki; umum mahlukatın ve bütün Esmâ-i İlâhiyenin hukukuna bir tecavüzdür. İşte şu hukukun muhafazası ve nefs-i kâfir hayra kabiliyetsizliği küfrün adem-i afvını iktiza eder. $ şu mânâyı ifade eder. S.) (Mâdem bir hâkimiyet-i mutlaka hakikatı vardır, elbette şirkin hakikatı olamaz. Çünki, $ âyetinin hakikat-ı katıasiyle; müteaddid eller müstebidâne bir işe karışsalar, karıştırırlar. Bir memlekette iki padişah, hattâ, bir nâhiyede iki müdür bulunsa; intizam bozulur ve idare herc ü merc olur. Halbuki, sinek kanadından tâ semâvat kandillerine kadar ve hüceyrât-ı bedeniyeden tâ seyyârâtın burçlarına kadar öyle bir intizam var ki: Zerre kadar şirkin müdâhalesi olamaz. Ş.)

23 Ağustos 2007 Perşembe

Resul-Nebi Kavramları

Resül
1. Peygamber. Yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile bir ümmete veya bütün beşeriyete Allah tarafından Peygamber olarak gönderilmiş olan zât. Mürsel de denir. Yeni bir kitap ve şeriatla gelmeyip kendinden evvelki Resülün getirdiği kitap ve şeriatı devam ettirirse, ona Nebi denir.
2. Haberci.
3. Huk: Tasarrufta hakkı olmaksızın, birisinin sözünü olduğu gibi bir başkasına bildiren kimse.
Nebi
Haber getiren. Peygamber. Yeni bir kitap ve şeriatla gelmeyip kendinden
evvelki Resülün getirdiği kitap ve şeriatı devam ettiren Peygamber. (Bak: Resül)

22 Ağustos 2007 Çarşamba

Münafıkların Karekteri

Bu ayetlerin devamında bu grubun karakter yapısı daha açık ve net biçimde ortaya çıksın diye yüce Allah bize onlarla ilgili aşağıdaki örnekleri veriyor:

17/18- Onların durumu karanlıkta ateş yakan kimseler gibidir. Ateş etraflarını aydınlattığı zaman Allah onların aydınlıklarını gidererek kendilerini hiçbir şey göremeyecekleri koyu bir karanlıkta bırakır. Onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Bu yüzden geri dönemezler.

Bilindiği gibi münafıklar, kâfirler gibi, daha baştan hidayete yüz çevirmiş; kulaklarını işitmekten, gözlerini görmekten ve kalplerini algılamaktan alıkoymuş değillerdir. Fakat onlar işin içyüzünü açık-seçik biçimde anladıktan sonra körlüğü hidayete tercih ettiler. Yani ateş yakmak istemişler ve yakmışlar, yaktıkları ateş çevrelerini aydınlatmaya başlayınca kendi istekleri ile yaktıkları bu ateşten yararlanmamışlardır. O zaman yüce Allah önce isteyip sonra yararlanmaktan vazgeçtikleri "aydınlıklarını gidererek" kendilerini "hiçbir şey göremeyecekleri koyu bir karanlıkta bıraktı". Tabii ki, aydınlıktan yüz çevirmiş olmalarının cezası olarak.

Kulaklar, diller ve gözler sesleri, ışıkları algılamak hidayetten ve aydınlıktan yararlanmak için yaratıldığına göre, bunlar kulaklarını fonksiyonsuz bıraktıklarından dolayı "sağır", dillerini fonksiyonsuz bıraktıklarından dolayı "dilsiz", ve gözlerini fonksiyonsuz bıraktıklarından dolayı "kör"dürler. Bu yüzden hakka dönmeleri, hidayete yönelmeleri, başka bir deyimle hidayete ve ışığa kavuşmaları sözkonusu değildir.

Ayette verilen şu örnek de onların içinde bulundukları durumu tasvir etmekte, duygu dünyalarına egemen olan kargaşayı, şaşkınlığı, endişeyi ve kaygıyı gözlerimizin önüne sermektedir:

19- Ya da onların durumu koyu bulutlu, şimşekli ve gürültülü bir gökyüzünün yağmuruna tutulmuş, ölüm korkusu içinde yıldırımlara karşı parmakları ile kulaklarını tıkayan kimselere benzer. Allah kâfirleri çepeçevre kuşatandır.

20- Şimşek onların görme yeteneklerini nerede ise alıverecek. Çevrelerini aydınlatınca şimşeğin ışığı altında yürürler, fakat üzerlerine karanlık çökünce oldukları yerde kalakalırlar. Allah dileseydi, onların işitme ve görme yeteneklerini büsbütün giderirdi. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi yapabilir.

Bu ayetle çizilen tablo, gözlerimizin önünde hareket ve kargaşa ile dolu çöl ve yolunu şaşırmışlık içeren, dehşet ve panik içeren, korku ve şaşkınlık içeren, ışıklar ve gürültüler içeren müthiş bir manzara canlandırır. Gökten boşanıp inen iri taneli ve sürekli bir dolu ile karşılaşıyoruz. Ayetin bazı cümleciklerini yeniden okuyalım: "Koyu bulutlu, şimşekli ve gök gürültülü", "Çevrelerini aydınlatınca şimşeğin ışığı altında yürürler", "Fakat üzerlerine karanlık çökünce oldukları yerde kalakalırlar". Yani oldukları yerde şaşkın şaşkın çakılıp kalırlar, nereye gideceklerini bilemezler. Bunun yanında, korkudan donakalmışlardır, bu yüzden "Ölüm korkusu içinde parmakları ile kulaklarını tıkarlar."

Sürekli yağan doludan koyu bulutlara; gök gürültülerine ve şimşeklere; bu manzara içinde paniğe kapılan şaşkınlara; karanlık çökünce oldukları yerde çakılıp kalan yılgın ve ürkek adımlara varıncaya kadar bu tabloya baştan başa hareket unsuru egemendir. Tabloya egemen olan bu hareket unsuru münafıkların, müminler ile buluşmaları "şeytan" sıfatlı elebaşlarının yanlarına gidişleri, hemen şimdi söyledikleri bir sözden ansızın caymaları, bir süre önce aradıkları hidayetten ve ışıktan karanlığın ve sapıklığın kucağına düşmeleri arasında geçen zikzaklı hayatlarının içerdiği çölü, kargaşayı, endişeyi ve titreşimleri son derece canlı bir biçimde ve sezgiye dayalı bir ifade tarzı ile gözlerimizin önüne sermektedir. Bu manzara, belirli bir psikolojik durumu semboller aracılığı ile yansıtan, belirli bir düşünce biçimini somutlaştıran elle tutulur, gözle görülür bir manzaradır.

Gözler önüne serilen bu tablo, çeşitli psikolojik durumları sanki duyu organları aracılığı ile algılanabilir manzaralarmış gibi somutlaştıran müthiş ve şaşırtıcı Kur'an üslubunun ilginç bir örneğidir.""

Fizilalil Kuran

Bakara Suresi

21 Ağustos 2007 Salı

Müminlerin Özellikleri

Daha sonraki ayetlerde takva sahiplerinin nitelikleri anlatılıyor. Bu nitelikler o günün Medine'sinde yaşayan öncü müminlerin olduğu kadar, bu ümmetin her dönemindeki samimi müminlerin de nitelikleridir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

3- Onlar görmediklerine inanırlar, namazı kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan başkalarına verirler.

4-Yine onlar gerek sana ve gerekse senden önce indirilen kitaplara inanırlar ve Ahiretten hiç kuşku duymazlar.

Görülüyor ki, takva sahiplerinin ilk karakteristik özelliği, aktif ve yapıcı bir şuur birliğidir. Takva sahiplerinin vicdanlarında, görünmeyene (gaibe) inanmak ile farz ibadetleri yerine getirmenin, bunun yanında peygamberlerin tümüne inanmakla Ahiretten kuşku duymamanın birliği. İşte İslâm inanç sistemine üstünlük kazandıran, mümin vicdana seçkinlik sağlayan; bütün insanlar için ortak bir buluşma zemini olsun, böylece bütün insanlığa egemen olsun da kanatları altında insanlara hem düşünceyi hem pratiği hem inancı ve hem de toplumsal düzeni içeren eksiksiz bir hayat tarzı, hem duyguları ve hem de yaşama biçimleri ile bütünleşecekleri bir yaşama şekli yaşatsın diye gelen son inanç sistemine yakışan bütünlük ve çok yönlülük budur.

`Onlar ki görmediklerine inanırlar'

Buna göre takva sahiplerinin ruhları ile bu ruhların ve bütün varlık aleminin kaynağı olan yüce güç arasında varolan sıkı ilişkiye duygusal engeller mani olamaz. Yine bu takva sahiplerinin ruhları ile diğer fizik ötesi gerçekler, güçler, enerjiler, yaratıklar ve varlıklar arasına duyu organları engel olarak giremez.

Görünmeyene inanmak; insanın, sadece duyu organlarının algılama kapasitesi ile yetinen hayvanlık düzeyini aşarak insanlık mertebesine yükselmesini sağlayan ilk eşiktir. O insan ki, varlık aleminin, duyu organları ile ya da duyu organlarının uzantısı olarak görev yapan aygıtlar alemi ile algılayabildiği küçük ve sınırlı kesimden çok daha geniş çaplı olduğunun bilincindedir.

Bu bilinç, insanın tüm varlık aleminin mahiyetini, kendi öz varlığının mahiyetini, bu varlık aleminin yapısında bulunan güçlerin mahiyetini, fizik ve fizikötesi varlık aleminde bulunan güç ve plân ile ilgili algılarının sağlıklı olmasını derinliğine etkileyen bir düşünce aşamasıdır. Aynı zamanda yeryüzünde hayatını da derinliğine etkilemektedir. Çünkü sadece duyu organlarının algılayabildiği dar bir alanda yaşayan biriyle, sezgisi ve basireti sayesinde kavradığı büyük bir evrende yaşayan insan bir değildir. Zira basiretini kullanan bu insan, bu büyük alemin kıvrımlarında ve derinliklerinde barındırdığı yankıları ve gizli mesajları algılar. Yine bu insan kısacık ömrü ve kısır şuurunun yardımıyla algıladığı dünyanın geniş alem içinde bir hiç olduğunu, asıl evrenin ise hem zaman hem mekan bakımından çok daha geniş olduğunu anlar. Asıl alemin gözleriyle, duyu organlarıyla algıladığı fizikî alem değil, gizli sırlarla, dolu fizik-ötesi alem olduğuna inanır. Sadece fiziki alemle yetinen biri ile bir olur mu böyle bir insan. Zaten gözlerin algılayamadığı ve akılların kavrayamadığı ilâhî zat gerçeği işte bu fizik-ötesi alemden kaynaklanır, varlığı onun varlığına dayanır.

Böylesine yüksek bir bilincin oluşması halinde sınırlı alanlı düşünce yeteneği dağınıklıktan, parçalanmaktan, yaratılış amacı dışındaki işlerle uğraşmaktan, kavrama gücüne sahip olmadığı işlemlerle oyalanmaktan, faydasız yerlerde boşu boşuna harcanmaktan korunmuş olur.

Sebebine gelince, insana bağışlanan düşünme yeteneği ona yeryüzündeki halifelik fonksiyonunu yerine getirmesi için bağışlanmıştır. Bu demektir ki, insan düşünme yeteneğini kullanarak içinde yaşadığı hayatın sorunlarını çözmekle yükümlüdür. O, bu hayatın problemlerini ve imkânlarını enine-boyuna inceler, çalışır, üretir, bu hayatı daha gelişmiş ve daha güzel hale getirir. Şu şartla ki sözkonusu düşünce gücü, varlık aleminin bütünü ve bu varlık bütününün yaratıcısı ile doğrudan ilişkili olan ruh gücü ile dayanışma halinde olmalı ve akılların kavrayamayacağı gayb alemindeki meçhule, bilinmeze pay bırakmalıdır.

Bunun yerine gücü yeryüzü ve üzerindeki pratik hayatın boyutları ile sınırlı olan akılla, üstelik ilham verici ve ufuk açıcı ruhla dayanışma halinde olmaksızın ve akılların almayacağı gayb alemine pay tanımaksızın fizik-ötesi alemi kavrama girişimine gelince böyle bir girişim her şeyden önce başarısız kalmaya mahkûmdur. Ayrıca yanılgıya dayalı boş bir girişimdir. Başarısızlığa mahkumdur; Çünkü bu alanı, yani fizik-ötesi alemi gözlemek üzere yaratılmamış olan bir aracı kullanıyor. Boş bir girişimdir; çünkü böyle bir alanı kavramak üzere yaratılmamış olan akıl enerjisini boş yere harcıyor.

İnsan aklı, öncelikle tartışmasız (bedihi) kural olan, "sınırlının sınırsızı kavrayamayacağı" ilkesini kabul edince öz mantığına duyacağı saygının sonucu olarak kabul etmek zorunda kalır ki; sınırsızı, yani mutlak gerçeği kavraması imkânsızdır ve onun bilinmezi (meçhulü) idrak edememesi, bu bilinmezin, gaybın gizli alemindeki varlığı ile çelişmez. Bu durumda gayb alemini kavrama fonksiyonunun aklın dışında bir başka yeteneğe havale edilmesi gerekir ve bu konudaki bilginin, açığı-gizliyi, görüneni-görünmeyeni bilgisinin kapsamı içinde bulunduran ve her şeyden haberdar olan yüce Allah'dan alınması kaçınılmazdır. Aklın mantığına saygı gösterilmesi anlamına gelen bu tutum, müminler tarafından tam anlamı ile benimsenmiştir. Bu tutum, aynı zamanda takva sahiplerinin ilk niteliğidir.

Görünmeyene (gaybe) inanmak, insanın hayvanlar alemi düzeyinin üstüne yükselmesi konusunda yol ayrımı oluşturur. Fakat günümüzün materyalistleri, bütün zamanların materyalistleri gibi insanı, duyu organlarının algıladıkları dışında hiçbir varlığın onaylanmadığı hayvanlık düzeyine indirmek istiyor ve bu kavrama körlüğüne "ilericilik" adını veriyorlar. Oysa bu yaklaşım, yüce Allah'ın, müminleri içine düşmekten koruduğu bir tersine gidiştir. Allah, müminleri bu tersine gidişten koruyarak "görünmeyene inanmak" sıfatını onların ayırıcı niteliklerinden biri yapmıştır. Sayısız nimetlerine karşılık Allah'a hamdolsun. Ve yine tersine gidenler ile başaşağı dönenlere yazıklar olsun!

"Namazı kılarlar"

Yani o takva sahipleri, ibadeti tek olan Allah'a yöneltirler ve böylece kullara ya da nesnelere tapma düzeyinin üzerine yükselirler. Başka bir deyimle hiçbir sınırla sınırlı olmayan o yüce varlığa yönelirler, başlarını kulların önünde değil, Allah'ın önünde eğerler.

Gerçek anlamda Allah'a secde eden ve gece-gündüz Allah'a bağlı olan kalp, varlığı gerekli olan (vacib-ul vücud) Allah'a sebep yolu ile bağlı olduğunun bilincinde olur, yeryüzüne bağımlı olmaktan, yeryüzü ihtiyaçları içinde kendini kaybetmekten daha yüce bir hayat gayesi benimser, yaratanla doğrudan ilişkide olduğu için diğer yaratıklar karşısında kendini daha güçlü hisseder. Bütün bunlar insan vicdanı için güç kaynağı olduğu kadar takva ve kötülüklerden kaçınmanın da kaynağıdır. Aynı zamanda kişiliği eğiterek onun düşüncelerine, bilincine ve davranışlarına "ilâhî"lik niteliği kazandıran son derece önemli bir faktördür.

"Onlar kendilerine verdiğimiz rızıktan başkalarına da verirler"

Onlar her şeyden önce ellerinde bulunan malların kendileri tarafından kazanılmış şeyler olmadığını, aksine bunların Allah tarafından kendilerine bağışlandığını kabul ederler. Allah'ın bağışlamış olduğu rızık nimetini tanımaktan ve bilmekten, düşkünlere iyilik etmenin, aynı yaratıcının aile fertleri demek olan tüm insanlar arasında dayanışma duygusu, bütün insanları insanlık bağı ile birbirine kaynaşmış kardeşler saymanın bilinci doğar. Bütün bu duyguların değeri insan nefsini cimrilik illetinden arındırarak ona iyilik yapma arzusu aşılamasında görülür. Bu duygular sayesinde hayat, acımasız bir kıyım alanı değil, bir yardımlaşma ve işbirliği plâtformu olur. Yine bu duygular sayesinde güçsüzler, zavallılar ve eli darda olanlar güvenliğe kavuşurlar; tırnaklar, pençeler ve azı dişleri arasında değil de; kalbler, yüzler ve vicdanlar arasında yaşadıkları bilincine varırlar.

"Yardım etmek (infak)" zekât ve sadaka ile birlikte diğer iyilik yapma türlerini de içeren bir kavramdır. Yardım etmek, zekât verme yükümlülüğünden daha önce yasallaşmış bir şeriat ilkesidir. Çünkü "infak" kavramı zekatı da içine alan ve yardımlaşmada sınır koymayan daha geniş bir kavramdır. Nitekim Fatıma binti Kays'ın bildirdiğine göre Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor: "Malda zekâtın dışında daha başka haklar vardır."(Tirmizi)

Zekâtın farz oluşundan daha önce söylenmiş olan bu hadisin temel amacı, yardım etme ilkesinin geniş kapsamlılığını vurgulamaktır.

"Onlar gerek sana ve gerekse senden önce indirilen kitaplara inanırlar."

Bu sıfat; semavî inançların varisi, insanlığın başlangıcından günümüze kadar gelen peygamberlerin misyonlarının varisi, inanç ve peygamberlik mirasının koruyucusu, dünyanın son gününe kadarki iman kervanının şaşmaz yolcusu olan İslâm ümmetine yaraşan bir niteliktir...

Bu sıfatın değeri; insanlığın birliği, insanlığın dininin birliği, peygamberlerinin birliği ve Rabbinin birliği şuurunu aşılamasında görülür... Bu sıfatın değeri; ruhu, diğer dinlere ve bu dinlerin doğru yolundan sapmayan bağlılarına karşı besleyebileceği kör taassuptan arındırmasında meydana çıkar.. Bu sıfatın değeri; çağlar ve kuşaklar boyunca insanlığın, yüce Allah'ın gözetimi altında olduğuna dair beslenen güven duygusunda belirir... Aynı dine ve aynı hidayet kaynağına dayanan peygamberlerin ve peygamberlik misyonunun tarihin akışı içinde ardarda sıralanması olgusunda beliren bu ilâhi gözetimin değeri günlerin ve devirlerin değişmesine rağmen tıpkı karanlıklar ortasında yol gösteren kutup yıldızı gibi değişmezliğini ve sürekliliğini sürdüren ilâhî rehberlik ile onur duyma duygusunda kendisini gösterir.

"Onlar Ahiretten hiç kuşku duymazlar"

Bu sıfat, takva sahiplerinin sonuncu sıfatıdır. Dünyayı Ahirete, başlangıcı sona ve amelleri karşılıklarına bağlayan sonuncu sıfat. Bu sıfat insanı, başıboş bırakılmadığının, iş olsun diye yaratılmadığının, kendi keyfine bırakılmayacağının ve kendisini ilâhi adaletin beklediğinin bilincine erdirir. Bu bilinç sayesinde insanın kalbine güven dolar, iç dünyasının fırtınaları durulur, iyi amellere ve sonuç olarak yüce Allah'ın adalet ve rahmetine sığınır.

Ahirete kesin olarak inanmak, duyu organlarının kapalı duvarları arasında yaşayan kimse ile uçsuz-bucaksız bir varlık bütünü içinde yaşayan kimse arasında; yeryüzündeki hayatını varlık alemindeki yegâne payı sayan kimse ile dünyadaki hâyatını Ahirette göreceği karşılığın türünü hazırlayan bir imtihan dönemi kabul eden, Ahiretteki hayatı şu dar ve sınırlı alanın ötesinde yaşanacak gerçek bir hayat olarak algılayan kimse arasında yolayrımı ve arakesit oluşturur.

Dediğimiz gibi bu sıfatların her birinin insan hayatında önemli yeri ve değeri vardır. Bunların takva sahiplerinin sıfatları olmaları bu yüzdendir. Bu sıfatların tümü arasında uyum ve koordinasyon vardır. Bu uyum ve koordinasyon sayesinde bu sıfatlar eksiksiz ve ahenkli bir birlik meydana getirirler.

Buna göre takva, çeşitli yöneliş ve davranışlara kaynaklık eden, zahirî davranışlar ile batınî duyguları birleştirerek insanın gizli ve açık yönlerinin Allah ile ilişki halinde olmasını sağlayan, ruha şeffaflık kazandırarak görünür-görünmez alemler ile arasındaki perdeleri azaltan ve böylece ruhta bilinen ile bilinmeyeni buluşturan bir gönül şuuru ve vicdan halidir. Ruh şeffaflaşıp da zahir ile batın arasındaki perdeler ortadan kalkınca görünmeyene inanmak, aradaki perdelerin ortadan kalkmasının, ruhun gayb alemi ile ilişki kurmasının ve onunla arasında doğan güven havasının doğal bir sonucu olarak belirir.

Sözünü ettiğimiz takva ile görünmeze (gaybe) inanmanın yanına, yüce Allah'ın belirlediği biçimde O'na ibadet etmeyi ve bu ibadeti Allah ile kul arasında ilişki kuran bir bağ haline getirmeyi koyalım. Arkasından, Allah'ın engin bağışlayıcılığını ve insanlar-arası kardeşliği itiraf etme anlamındaki cömertliği eldeki rızkın ayrılmaz bir gereği sayan tutumu bunların yanına getirelim. Sonra insanlık tarihi ile yaşıt olan iman kafilesini kucaklayan gönül genişliğini, tarihteki her müminle, her peygamberle ve her peygamberlik misyonu ile arada bağ kuran bilinci bu saydığımız nitelikler ile birleştirelim. Bunların en sonuna da hiçbir tereddüde, hiçbir kuşkuya yer vermeyen kesin bir Ahiret inancını ekleyelim. İşte o zaman o günlerin Medine'sinde meydana gelen müslüman cemaatın tablosu karşımıza çıkar. Muhacirler ile Ensar'ı içeren ilk öncü müslümanlardan oluşmuş cemaatın tablosu. Bu nitelikleri taşıyan bu cemaat büyük bir olaydı. Bu iman gerçeğini kişiliğinde somutlaştıran gerçekten büyük bir olay. Yüce Allah'ın bu cemaat aracılığı ile hem yeryüzünde ve hem de insanlığın hayatında büyük bir devrim meydana getirmesi bundan dolayıdır. Yine bundan dolayı yüce Allah bu cemaatı şöyle tanımlıyor

5- İşte onlar Rabblerinden gelen hidayet yolundadırlar ve kurtuluşa erenlerdir.

İşte onlar böylece hidayete kavuştular ve böylece kurtuluşa erdiler. Hidayete ve kurtuluşa ermenin yolu, işte bu ana hatları belirtilen yoldur.

Bakara suresi/Fizilalil Kuran/Seyyid Kutup

Tağutu Reddetmek

Tagutu reddetmenin, tevhidin bir rüknu olduğunu, tagutu reddetmeksizin kimsenin imanının geçerli olamayacağını ve zamanımızdaki tagutların türlerini öğrendikten sonra tagutu reddetmenin sadece dille söylemekten ibaret olmadığını, pratikte uygulanması gereken bir amel olduğunu iyice anlaman ve pratik yaşantında yanlış ameller sebebiyle bu konularda şirke düşmemen için sana tagutu nasıl reddetmen gerektiğini bildireceğim. Aksi taktirde Allah (c.c)'ın şu sözü senin hakkında söylenmiş olur:

"Yapmayacağınız şeyi yapacağınızı söylemeniz, suç olarak çok büyüktür." (Saf: 3)

Tagutu inkar meselesi insanlara zikredildiğinde, tagutu silik ve net olmayan bir şekil olarak düşünürler. Öyleki onlar, tagutu sanki pratik hayatta varlığı olmayan, sadece teoride var olan bir varlık sanırlar. Oysa tagut, her zaman zihinde hazır bulunan ve pratik hayatta karşımıza çıkabilecek, sınırları, şekli net ve belli olan bir varlık olarak düşünülmelidir.

Tagut hakkında konuştuğumuzda, insanlar onu rahatlıkla reddedebilsinler diye şekli, resmi ve varlığı belli olan bir varlık hakkında konuşmamız gerekir.

Allah (c.c), tagutun nasıl reddedileceğini Kur'an'da muvahhidlerin imamı İbrahim (a.s)'in diliyle açıkça beyan etmiştir.

Allah (c.c), İbrahim (a.s)'i kendinden sonra gelen bütün rasullere ve en son rasul Muhammed (a.s)'e örnek göstererek şöyle buyuruyor:

"İbrahim ve beraberinde olanlarda sizler için güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi reddettik. Bizimle sizin aranızda, bir olan Allah'a iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve kin başlamıştır." (Mumtahine: 4)

Tağut ve Tekfir

Tagutları ve Onların Dinine Girenleri Tekfir Etmek.

Bu, bütün tagutların, nüsuk, hüküm ve velayet ibadetlerinden herhangi birisini bu tagutlara yapanların kafir olduğuna inanmak ve bu gibilere kafir muamelesi yapmaktır.

Rasulullah (s.a.s), davetinin başında zayıf durumda olmasına rağmen Allah (c.c) ona, müşrik kavmine hiç çekinmeden durumlarını apaçık bir şekilde açıklamasını emretti. Böylece müslümanların müşriklere karşı takınmaları gereken tavrın nasıl olması gerektiğini Rabbani bir metodla ortaya koydu. İşte bu, silahla cihad henüz farz kılınmadan ve hicretten önce davetin başlangıcında olmuştu.

Allah (c.c), Rasulullah (s.a.s)'a kavmiyle ilgili gerçekleri, onların İslam'daki durumlarını açık bir şekilde haykırmasını emretti.

Allah (c.c) bu konuda şöyle buyuruyor: "De ki: Ey kafirler! Ben, sizin taptığınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapmazsınız. Ben, sizin taptıklarınıza asla tapacak değilim. Sizler de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz sizin, benim dinim benimdir." (Kafirun: 1-6)

Şayet bu meseleyi geciktirmek caiz olsaydı Rasulullah (s.a.s), kavmini kızdırmamak, onlardan gelecek eziyet ve işkenceyi önlemek amacıyla bu meseleyi geciktirirdi. Çünkü davetin ilk yıllarında zayıf bir durumdaydı ve zayıf olan bu durumunu göz önüne alarak bu meseleyi açıklamayı geciktirirdi.

Fakat bu mesele, İslam akidesini direkt ilgilendiren, dinin aslıyla ilgili olan, dinin en önemli ve en öncelikli meselesidir.

Durum böyle olduğu halde, kendilerini İslam davetçisi zanneden bazı kimseler, İslam'ın metodunu bir kenara atarak beşeri metodlar kullanırlar ve insanların gerçek durumlarını ortaya koymanın, onları İslam'dan daha da uzaklaştıracağını söylerler.

Şeyh Abdurrahman b. Hasen dalalet ehlinden birisine cevaben şöyle dedi: "Herkes, kendisinin müslüman olduğunu iddia ediyor. Fakat her iddianın doğru olması için ispat gerekir. Şayet ispat olmazsa, bu iddia geçersiz olur. Şeyhimiz, İslam'ın aslını şöyle tarif etmektedir: "Dinin aslı ve temeli iki şeydir:

Birincisi: Ortağı olmayan, tek olan Allah (c.c)'a ibadeti emretmek, insanları bunu yapmaya teşvik etmek, dostluk ve düşmanlığı bu temele dayanarak yapmak ve bu temeli terkedenleri tekfir etmektir.

İkincisi: Allah (c.c)'a ortak koşanları uyarmak, onlara karşı sert muameleler yapmak, onlara düşman olmak ve onları tekfir etmektir.

Bu iki temele muhalefet edenler çok çeşitlidir:

  1. -Bunların en şiddetli olanı ve en çok muhalefet edeni, her iki şarta birden muhalefet edendir.
  2. -Onlardan bazıları Allah (c.c)'a ibadet eder, fakat şirki reddetmez.
  3. -Onlardan bazıları Allah (c.c)'a ibadet eder, şirki reddeder, fakat şirk işleyenlere düşmanlık göstermez.
  4. -Onlardan bazıları Allah (c.c)'a ibadet eder, şirki reddeder, şirk işleyenlere düşmanlık gösterir, fakat onları tekfir etmez.
  5. -Onlardan bir kısmı tevhidi sevmez, fakat ona buğuz da etmez.
  6. -Onlardan bir kısmı tevhidi reddeder, fakat tevhid ehline düşman olmaz.
  7. -Onlardan bir kısmı tevhid ehlini tekfir etti ve bu yaptıklarını salih kimselere sövme olarak isimlendirdi.
  8. - Onlardan bir kısmı hem şirke buğzetmez hem de onu sevmez.
  9. Onlardan bir kısmı şirki bilmez, bilmediği için de reddetmez.
  10. Bu kimselerin en tehlikeli olanları ise; tevhidle amel eden, fakat onun kıymetini ve değerini anlamadığı için tevhidi terkedenlere buğzetmeyen ve onları tekfir etmeyenlerdir.
  11. Onlardan bazıları; şirki terkeder, onu çirkin görür ve inkar eder, fakat şirkin kötülüğünü bilmez ve bu sebeble şirk ehline düşman olmaz, onları tekfir etmez.

Bu sayılan kimselerin hepsi Allah (c.c)'ın nebilerine gönderdiği tevhid dinine muhalefet eden kimselerdir." (Ed-Dureru's Seniye 7. bölüm).

Böyle durumda olan bir kimse, dinin aslını gerçekleştirmediği, tagutun dinine girenleri ve taguta tapanları reddetmediği müddetçe asla mümin ve müslüman olamaz.

Şeyh Hüseyin ve Şeyh Abdullah b. Şeyh Muhammed'e şöyle soruldu: "Bu dine giren, bu dine bağlı olanları seven fakat müşriklere düşmanlık göstermeyen veya onlara düşmanlık göstermesine rağmen onları tekfir etmeyen bir kimsenin hükmü nedir?" Onlar şöyle cevap verdiler:

"Bu kişi müslüman değildir. Müslüman olabilmesi için tevhidi bilmeli, ona boyun eğmeli ve ona göre amel etmelidir. Aynı şekilde Rasulullah (s.a.s)'ın getirdiği şeriati tasdik etmeli, emir ve nehiyleri konusunda ona itaat etmeli ve getirdiği bütün şeylere iman etmelidir. Her kim: "Ben müşriklere düşmanlık göstermem" der veya düşmanlık gösterdiği halde onları tekfir etmez veya la ilahe illallah dedikleri için Allah (c.c)'ın dinine düşmanlık gösteren, küfür ya da büyük şirk işleyen kimseler hakkında veya mezara tapanlar hakkında bir şey diyemeceğini söylerse, o kişi asla müslüman olamaz. Allah (c.c) böyle bir duruma düşen kimse hakkında şöyle buyuruyor:

"Derler ki: "Bir kısmına iman, bir kısmını inkar ederiz. Böylece işte bunun arasında bir yol edinmek isterler." (Nisa: 150) (Mecmuatut Tevhid c: 1 s: 353)

Rasulullah (s.a.s) bir sahabesine şöyle dedi: "Kafirun suresini oku! Sonra uyu! Çünkü o sure, şirkten beri olma suresidir." (Ebu Davud sahih senedle)

Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "İbrahim ve beraberinde olanlarda sizler için güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi reddettik." (Mumtahine: 4)

Tauğuta İbadet

Taguta Yapılan İbadetin Batıl ve Geçersiz Olduğuna İnanmak

Bu, kulun; Allah (c.c)'tan başka ibadet edilen ve daha önce açıklanan taş, put, ağaç, kahin, sihirbaz, ilim adamı veya sapıklığa çağıran bir kişi veya Allah (c.c)'ın kitabı ve Rasulünün sünnetinin dışında hüküm veren bir hakim veya birleşmiş milletler ve benzerleri veya İslam şeriatine bağlı olmayan parti, kavim ve bunlar gibi her türlü taguta yapılan ibadetlerin sapık ve şirk olduğunu bilip inanmasıyla olur.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"İşte böyle... Şüphesiz Allah, O, Hak olandır ve O'nun dışında taptıkları ise şüphesiz batıldır. Muhakkakki Allah yücedir, büyüktür." (Lokman: 30)

El Vezir b. El Muzaffer Es Sem'ani, El İfsah kitabında şöyle dedi:

"La ilahe illallah'a şehadet etmek" demek, "La ilahe illallah" şehadetini söyleyen kimsenin bu kelimenin manasını bilerek şehadet etmesi demektir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Bil ki! Allah'tan başka ibadete layık ilah yoktur."(Muhammed: 19)

"La ilahe illallah" şehadetinde Allah (c.c)'ın ismi, edat olan "illa"dan sonra gelmiştir. Bu ise uluhiyyet sıfatını sadece O'nun hak ettiğini göstermektedir. Bu sıfatı O'ndan başkası asla haketmez."

Sözlerine devam ederek şöyle dedi:

"Bu sözden istifade edeceğimiz şey şudur: "La ilahe illallah" sözü tagutu red ve Allah (c.c)'a imanı kapsar. Zira ancak sahte ilahlar reddedildiği ve uluhiyyet hakkı sadece Allah (c.c)'a verildiğinde tagut reddedilmiş ve sadece Allah( c.c)'a iman edilmiş olunur." (Fethül Mecid s: 35)

Her kim zikredilen ibadetlerden herhangi birisini tagutlardan herhangi birisine vermenin caiz olduğunu söyler veya bu konuda şüphe eder veya duraklarsa, taguta ibadet etmiyor olsa bile tevhidin rüknü olan tagutu red şartını yerine getirmemiş ve İslam'a girmemiş olur.

Tağuttan uzak durmak

Taguta İbadeti Terkederek Ondan Beri Olmak.

Bu, kulun; ibadetlerden herhangi birisini Allah (c.c)' tan başkasına, yani tagutlardan herhangi birisine yapmamasıyla olur.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Şüphesiz her ümmete: "Allah'a ibadet edip taguttan kaçınsınlar diye rasuller gönderdik. Onlardan kimisine Allah hidayet etti, kimisine de sapıklık hak oldu. Yeryüzünde gezin de yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın!" (Nahl: 36)

Şeyh Abdurrahman b. Hasen şöyle dedi: "Allah (c.c) bu ayette, her bir insan taifesine gönderdiği rasulleri,

"Allah'a ibadet edip, taguttan kaçınsınlar diye" gönderdiğini haber veriyor. Bu ise; sadece Allah (c.c)'a ibaet edin ve O'ndan başkasına ibadeti terkedin, manasına gelir. Allah (c.c)'ın şu ayette buyurduğu gibi:

"Kim tagutu inkar edip Allah'a iman ederse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa tutunmuş olur. Allah işitendir, bilendir." (Bakara: 256) İşte bu, la ilahe illallah'ın manasıdır. Çünkü sağlam kulp budur." (Fethul Mecid s: 19)

Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Ad (toplumun)'a da kardeşleri Hud'u (gönderdik). (Hud, kavmine) dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Sakınmaz mısınız?" (A'raf: 65)

Hud (a.s)'un, Ad kavmine söylemiş olduğu söze karşılık Ad kavmi şöyle cevab verdi: "Dediler ki: "Sen bize yalnızca Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten doğru isen, bize vadettiğin şeyi getir, bakalım." (A'raf: 70)

Hud (a.s) kavmi olan Ad'ı Allah (c.c)'ın tevhidine çağırdığı zaman onlar, babalarının tapmakta olduklarını tevhidin bir gereği olarak terketmeleri gerektiğini anladıkları için, cevap olarak işte bu ayette geçen;

"sen bize yalnızca Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin?" sözünü söylediler. Mekke müşrikleri de Rasulullah (s.a.s)'a bu şekilde bir cevap vermişlerdi.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Onlara la ilahe illallah denildiğinde büyüklenirlerdi ve derlerdi ki: "Deli olan bir şair için ilahlarımızı mı terkedeceğiz?" (Saffat: 35-36)

Bu ayet; kafirlerin "la ilahe ilallah" sözünden, Allah (c.c)'tan başka veya Allah (c.c)'la birlikte ibadet edilen bütün sahte ilahların terk edilmesi ve onlardan beri olunması gerektiğini gayet iyi anladıklarını göstermektedir.

Zamanımızda ise şaşırtıcı olan şöyle bir durum vardır: Bu dinin mensublarından müslüman olduklarını zanneden kimseler "La ilahe illallah"ı, geçmiş müşriklerin anladıkları gibi Allah (c.c)'tan başka veya Allah (c.c)'la birlikte ibadet edilen bütün sahte ilahların terk edilmesi ve onlardan beri olunması olarak artık anlamamaktadırlar. Bu sebeble de Allah (c.c)'a tapıyor olmalarına rağmen, O'na birçok eşler koşarak aslında Allah (c.c)'tan başkasına tapmaktadırlar. La ilahe illallah'ı eski müşriklerin anladıkları gibi anlayamayanlara yazıklar olsun!

Ebu Süfyan (r.a), Hrakl'in yanında bulunduğu bir sırada Hrakl, Rasulullah (s.a.s) hakkında Ebu Süfyan'a şöyle dedi:

"O, size neyi emrediyor?" Ebu Süfyan: "O bize şöyle diyordu:

"Allah (c.c)'a ibadet edin, O'na ortak koşmayın ve babalarınızın söylemekte olduklarını terkedin!" (Buhari)

Allah (c.c) tarafından gönderilen nebi ve rasullerin hepsi kavimlerini, ilk olarak taguta ibadet etmeyi terketmeye, yani tagutu redde çağırıyordu. Allah (c.c)'tan başka ibadet edegeldiklerini terketmedikleri sürece de onların imanlarını kabul etmiyor, onlara müslüman ismi vermiyorlardı.

Allah (c.c), Kur'an'da ilk inen ayetlerde Rasulullah (s.a.s)'a şöyle buyurdu: "Ey örtüye bürünen! Kalk ve uyar! Rabbini yücelt! Elbiseni temizle! Kötü şeylerden sakın (putları terket)! Yaptığın şeyleri çok görerek başa kakma! Rabbin için sabret!" (Müddessir: 1-7)

Rasulullah (s.a.s) bu ayetle rasul oldu.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "İbrahim babasına ve milletine demişti ki: "Beni yaratan hariç sizin taptığınızdan uzağım. Beni doğru yola iletecek muhakkak O'dur." (Zuhruf: 26-27)

Bunu öğrendikten sonra, Allah (c.c)'tan başka ibadet edilenler terkedilmedikçe, tagutun reddedildiği iddiasının ne kadar yalan olduğunu veya şirk ve tagutu pratikte terketmedikçe, sadece onun batıllığına inanmanın yeterli olmayacağını şimdi daha iyi anlamış oldun.

Allah (c.c)şöyle buyuruyor: "Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız." (Mümtahine: 4)

Tağuta Boğz etmek

Her kim tagutu terkeder, onun batıllığına inanır fakat ona ve ona tapanlara buğzetmez ve hem ondan hem de ona tapanlardan beri olmazsa Allah (c.c)'ın kendisine farz kıldığı ve onsuz müslüman olunamayan, "tagutu red" şartını yerine getirmemiş olur.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin, babaları, oğulları, kardeşleri ve aşiretleri olsa bile, Allah'a ve rasulüne karşı gelenlere sevgi gösterdiklerini göremezsin." (Mücadele: 22)

Beydavi, bu ayet hakkında şöyle dedi:

"Allah (c.c) bu ayette; Allah (c.c)'a ve ahiret gününe gerçek manada iman eden bir kimsenin, en yakın akrabası bile olsa, Allah (c.c)'a ve rasulüne karşı geldikleri anda onlarla dostluk ilişkisine giremeyeceğini haber veriyor. Çünkü Allah (c.c) ve rasulüne karşı gelenlere dostluk göstermek, Allah (c.c)'a ve ahiret gününe imana zıddır. Bu ikisinin birarada bulunması asla mümkün değildir. Tıpkı su ile ateşin bir arada bulunamaması gibi..." (Beydavi Tefsiri)

Şeyh Süleyman b. Abdullah bu ayet hakkında şöyle dedi:

"Allah (c.c) bu ayette, Allah (c.c)'a ve rasulüne karşı gelenlere, velevki bu kimseler; baba, kardeş, oğul ve onlar gibi yakın akraba olsun, dostluk gösteren kimselerin imanını reddetmiştir. En yakın akrabalar için durum böyleyse, Allah (c.c)'a ve rasulüne karşı gelen ve akraba dahi olmayan kimselere dostluk gösterenlerin durumu nasıl olur acaba? Elbette bundan daha kötüdür." (Ed-Durerus Seniye kitabında geçer. Evsak Ura'l iman risalesi)

El Muvala ve'l Muada (Dost ve Düşman) kitabının yazarı şöyle dedi:

"Sahabelerin, tabin ve tabei tabin alimlerinin hepsi ve (selef-halef) bütün müslümanlar; bir kimse, büyük şirki terketmediği, bu şirki işleyenlerden beri olmadığı ve gücü, imkanı nispetinde onlara buğzedip, düşmanlık göstermediği sürece o kimsenin müslüman olamayacağında ittifak etmişlerdir."(El-Muvala ve'l Muvada Kitabı c: 1 s: 170)

Allah (c.c)'a dostluk ancak; en yakın akraba bile olsalar, bütün kafirlerden beri olmakla gerçekleşir. Allah (c.c)'a ve ahiret gününe iman, Allah (c.c)'a düşman olan kimselerle dost olmaya zıddır ve bu ikisi bir kulun kalbinde asla bir arada bulunamaz.

İşte bu, Allah (c.c)'ın hükmüdür. Allah (c.c)'a iman ancak, Allah (c.c)'a dostluk göstermek ve müşriklerden beri olmakla gerçekleşir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "İbrahim ve beraberinde olanlarda sizler için güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi reddettik. Bizimle sizin aranızda, bir olan Allah'a iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve kin başlamıştır." (Mumtahine: 4)

Ayette geçen "bede" lafzı "apaçık ortaya çıktı" manasındadır. Bu kelimeyi dikkatle düşün! Ancak uzuvlarla belli olan düşmanlığın, sadece kalpte oluşan kinden önce zikredildiğini de dikkatle düşün! Bu gösteriyor ki, tagutlara ve bağlılarına buğzederek onlara zahirde sevgi göstermemekyeterli değildir. Onlardan, uzuvlarla belli olan apaçık düşmanlıkla da uzak durmak gerekir.

Ayette, taguttan önce taguta tapanlardan uzak olmak gerektiği bildirilmiştir. Çünkü taguta tapanlardan uzak olmak, tagutu reddi gerektirir. Bunun aksi ise böyle değildir. Zira taguttan uzak olmak, tapanlardan da uzak olmayı gerektirmez. Allah (c.c) İbrahim (a.s) hakkında şöyle buyuruyor:

"İbrahim babasına ve milletine dedi ki: Beni yaratan hariç sizin taptığınız şeylerden uzağım. Beni doğru yola iletecek şüphesiz O'dur." (Zuhruf: 26-27)

"İbrahim şöyle demişti: "Şimdi, gerek siz ve gerekse daha evvelki atalarınız, nelere ibadet ettiğinizi görüyor musunuz? Alemlerin rabbi hariç onların hepsi benim düşmanımdır." (Şuara: 75-77)

"(İbrahim dedi ki) Size ve Allah'ı bırakıp da ibadet ettiğiniz şeylere yazıklar olsun! Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?" (Enbiya: 67)

Örnek almamız gereken güzel örnek işte bu örnektir: İbrahim'in milleti... Bu milletten yüz çeviren kimse ancak kendini bilmeyen kimsedir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "İbrahim'in milletinden kendini bilmeyenden başka kim yüz çevirir?" (Bakara: 130)

Tağuta karşı Cihad etmek

Tagutlara ve Onlara Tapanlara, İmkan Dahilinde Düşmanlık Göstermek, Onlarla Dil ve Elle Cihad Etmek

İslam akidesinin, "Allah (c.c) için sevmek, Allah (c.c) için buğzetmek" ifadesi üzerine bina ettiği en büyük kaide olan "dostluk ve düşmanlık" kaidesi, imanın şartı ve tevhidin rüknudur.

Bunun, imanın şartı olduğunu Allah (c.c)'ın şu ayeti ifade etmektedir: "Eğer onlar Allah'a, nebiye ve ona inene iman etmiş olsalardı onları dost edinmezlerdi." (Maide: 81)

Tevhidin rüknü olduğunu ise Allah (c.c)'ın şu ayeti göstermektedir: "Kim tagutu inkar edip Allah'a iman ederse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa tutunmuş olur. Allah işitendir, bilendir." (Bakara: 256)

Vela ve bera (Allah (c.c) için sevmek, Allah (c.c) için buğzetmek) kaidesi, la ilahe illallah'ın gerektirdiği şeylerin en önemlisidir. Kafirlere karşı düşmanlık göstermek ve onlara buğzetmek, tevhidin rüknu olan tagutu reddin pratik göstergesidir. Aynı şekilde İbrahim (a.s)' in milleti ve bütün nebilerin dininin pratik tercümanıdır.

Zaten, İslam ümmeti bu meseleyi ihmal ettiği için zelil olmuş, onlara kafirler tarafından hükmedilmiş, İslam dini zayıflamış ve bu sebeble tevhid yok olmaya yaklaşmıştır. İşte, bu asılın ihmal edilmesinden dolayı kopmak bilmeyen sağlam kulp kopmuştur.

Nebilerin babası ve muvahhidlerin imamı İbrahim (a.s), sadece la ilahe illallah'ın söylenmesini yeterli görmemiş ve Allah (c.c)'a olan sevginin, ancak kafir ve müşriklere düşmanlık ve kin göstermekle tamamlanacağını, vela ve beranın Allah (c.c) için olması gerektiğini bizzat pratik hayatında yaşayarak göstermiştir.

Allah (c.c) onun hakkında şöyle buyuruyor: "İbrahim şöyle demişti: "Şimdi, gerek siz ve gerekse daha evvelki atalarınız, nelere ibadet ettiğinizi görüyor musunuz? Alemlerin rabbi hariç onların hepsi benim düşmanımdır." (Şuara: 75-77)

İşte bu la ilahe illallah'ın manasıdır. Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "İbrahim babasına ve milletine demişti ki: "Beni yaratan hariç sizin taptığınız şeylerden uzağım. Beni doğru yola iletecek muhakkak ki O'dur. Böylece (İbrahim) belki dönerler diye ardından gelenlere bu kelimeyi devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı." (Zuhruf: 26-27)

İbrahim (a.s), Allah (c.c)'a dostluk göstermeyi ve Allah (c.c)'tan başkasına ibadet etmekten kaçınıp ona düşmanlık göstermeyi, kendisinden sonra gelenlere bir miras olarak bırakmıştır. İşte onun bıraktığı kelime budur!

Muvahhidlerin imamı İbrahim (a.s)'den sonra kendisine tabi olanların ve ondan sonra gelen bütün nebilerin miras olarak bırakmaları gereken yine; "sadece Allah (c.c)'a dostluk göstermek ve Allah (c.c)'tan başka iba-det edilenleri reddetmek" idi. Miras bırakılacak şey, an-cak işte bu kelimedir.

Allah (c.c), Rasulullah (s.a.s)'ı son rasul olarak gönderdiği zaman, babası İbrahim (a.s)'in söylediği kelimeyi söylemesini ona emretti ve bu kelimeyi açıklayan tam bir sure indirdi. İşte bu, Kafirun suresidir.

"De ki: Ey kafirler! Ben sizin taptığınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapmazsınız. Ben sizin taptıklarınıza asla tapacak değilim. Sizler de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz sizin, benim dinim benimdir." (Kafirun: 1-6)

İşte bu sure, la ilahe illallah şehadet kelimesini açıklamaktadır. Aynı zamanda İbrahim (a.s)'in miras olarak bıraktığı kelimenin manasının da açıklamasıdır.

İmam İbni Teymiye şöyle dedi: "La ilahe illallah'ı söylemek"; manasını bilmeden ve gerekleriyle amel etmeden sadece dille söylemek değildir. Münafıklar bu kelimeyi söylemelerine, sadaka vermelerine ve namaz kılmalarına rağmen cehennemde kafirlerden daha aşağıda, cehennemin en dibinde olacaklardır. "La ilahe illallah'ı söylemek"; "bu sözü söylemekle beraber kalbin bu kelimenin manasını bilmesi, inanması, sevmesi ve bu kelimeye bağlı olanları sevmesi, bu kelimeye muhalefet edenleri ise sevmemesi, onlara buğzetmesi ve düşmanlık göstermesidir." (Mecmuatut Tevhid s: 108)

Şeyh Hamed b. Atik şöyle dedi: "Müslüman ve müminlere düşen en önemli görev; Allah (c.c)'ı ve O'nun sevdiği gizli aşikar bütün söz ve amelleri, O'nun sevdiği kulları (melekler ve Adem oğullarının salih kullarını) sevmek, onlara dost olmak, Allah (c.c)'ın buğzettiği gizli veya aleni bütün söz ve amellere ve bunları işleyenlere buğzetmektir.

İşte bu temel, müminin kalbine tam olarak yerleşirse Allah (c.c)'ın düşmanına karşı asla mutmain olmaz, onlarla oturmaz, haşir neşir olmaz ve onlara devamlı kötü gözle bakar. Fakat bu asıl, insanların çoğunun kal-binde zayıflar veya azalırsa Allah (c.c)'ın düşmanlarına karşı gösterdikleri tavır, Allah (c.c)'ın dostlarına gösterdikleri tavıra eşit olur, her iki topluluğa da güler yüz gösterirler. Böylece harp diyarı, İslam diyarı gibi olur. Böyle bir duruma düştükleri zaman artık Allah (c.c)'ın gazabından çekinmez olurlar.

Oysa Allah (c.c)'ın gazabına gökler, yerler ve dağlar bile dayanamaz... Onların kalplerinde dünya metaının çok önemli bir yeri vardır. Bu sebeble dünya metaını elde etmeye çok önem verir ve bütün çabalarını buna göre harcarlar. Hatta, Allah (c.c)'a karşı gelmek söz konusu olsa bile, dünya metaını elde etmek için bütün güçleriyle çalışırlar." (Eddurerüs Seniye 7. bölüm. s: 196)

Şeyh Hamed b. Atik bir başka yerde şöyle dedi: "Bütün rasullerin dininin aslı; "tevhidi yerine getirmek, onu ve ona bağlı olanları sevmek, onlara dost olmak, şirki reddetmek, şirk ehlini tekfir etmek, onlara buğzetmek ve onlara düşmanlık göstermektir."

Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "İbrahim ve beraberinde olanlarda sizler için güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: Biz, sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi reddettik. Bizimle sizin aranızda, bir olan Allah'a iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve kin başlamıştır." (Mumtahine: 4)

Allah (c.c)'ın bu ayette buyurduğu "Bede" (başladı) sözü; "apaçık bir şekilde belli oldu" demektir ve bu söz, Allah (c.c)'ı birlemeyenlere (tevhid etmeyenlere) karşı kin ve düşmanlığın devam ettiğini ifade eder.

Her kim bu şartları bilir, ameliyle uygular ve bulunduğu yerdeki insanlara bunu açıkça söyleyebilirse, bulunduğu yerden hicret etmesi üzerine farz olmaz. Fakat kim de bu söylenenleri yapamaz, buna rağmen o beldede namaza, oruca, haccetmeğe izin verilmesine bakarak hicret etmesinin üzerine farz olmadığını zannederse aslında o, İslam dininden haberi olmayan, rasullerin risaletinin mahiyetini bilmeyen, bu konuda gaflete düşmüş cahil bir kimsedir." (Eddurerüs Seniye 7. bölüm s: 199)

Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Küfrün önde gelenleriyle savaşın! Zira onların yeminleri yoktur." (Tevbe: 12)

Ayetteki "küfrün önde gelenleri" tagutlardır.

"Onlarla savaşın ki Allah, sizin elinizle onlara azab etsin, onları zelil etsin ve onlara karşı size yardımda bulunsun." (Tevbe: 14)

Tağutla oğraşmamamak

Onlardan Uzak Durmak ve Onlarla Haşir Neşir Olmamak

Allah şöyle buyuruyor: "Taguta kulluk etmekten kaçınarak Allah'a yönelenlere müjde vardır. O kulları müjdele!" (Zümer: 17)

"Şüphesiz biz her ümmete, Allah'a ibadet edip taguttan kaçınmaları için rasuller gönderdik." (Nahl: 36)

İbrahim (a.s) hakkında Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Sizden ve Allah'tan başka yalvardıklarınızdan uzaklaşıyorum." (Meryem: 48)

"(İbrahim) onlardan ve Allah'tan başka ibadet ettiklerinden uzaklaşınca, ona İshak ve Yakub'u bağışladık. Ve her ikisini de nebi yaptık." (Meryem: 49)

İbrahim (a.s), tagutlardan ve onlara tapanlardan uzak durduktan sonra Allah (c.c) ona mükafat olarak, her birisi salih ve nebi olan İshak ve Yakub'u verdi.

Tağuta karşı Sertlik

Onlara Karşı Yumuşak Değil Sert Davranmak

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Sizde bir sertlik bulsunlar." (Tevbe: 123)

"Allah'ın rasulü Muhammed ve beraberindekiler kafirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise yumuşaktırlar." (Fetih: 29)

Tağutla İşbirliği

Onlarla Dost Olmamak, İşbirliği Yapmamak Onlara Meyletmemek.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "O küfredenler, beni bırakıp da kullarımı kendilerine dost edinebileceklerini mi sanmaktadırlar?"(Kehf: 102)

İşte! Allah (c.c)'ın kulları, Allah (c.c)'tan başka hiç kimseyi dost edinmezler. Ancak imanlarını kaybettiklerinde Allah (c.c)'tan başkalarını dost edinirler.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Kafirleri dostlar edinmeyin!" (Nisa: 144)

"Onları kim dost edinirse, muhakkakki o da onlardandır." (Maide: 51) "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kavmin, Allah'a ve rasulüne karşı gelip düşmanlık edenlere sevgi beslediklerini göremezsin." (Mücadele: 22) "Benim de sizinde düşmanınız olan kimseleri dostlar edinmeyin! Onlara sevgiyle yaklaşıyorsunuz." (Mümtahine: 1) "Zulmedenlere (la terkenu)meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin için Allah'tan başka dost yoktur. Sonra yardım da görmezsiniz." (Hud: 113)

Ayette geçen "terkenu" hafif bir meyil, manasındadır. İbni Abbas (r.a) ayetteki "la terkenu" lafzını "meyletmeyin" olarak açıklamıştır.

İmam Sevri şöyle dedi: "Kim onlara bir mürekkeb veya bir kağıt verir veya bir kalem açarsa onlara meyletmiş ve bu ayetin hükmüne muhatab olmuş olur."

İbni Mes'ud (r.a) şöyle dedi: "Kafir ve münafıklara karşı cihad et!" (Tevbe: 73)

Bu ayette Allah (c.c), elle cihad yapmayı, buna güç yetirilemezse dille cihad yapmayı, buna da güç yetirilemezse kable cihad yapmayı, ayrıca kafir ve münafıklara karşı kinli, kızgın ve sert mizaçlı olmayı emretmiştir." (Mecmuatit Tevhid, Evsuk Uri'l İman Risalesi)

Tagutu reddetmek işte böyledir ve böyle olmalıdır! Tagutlara dost olan, sevgi gösteren, meyleden, onları savunan, insanlara onları müslüman göstermek için sapık teviller yapan ve bu tagutlara düşman olan tevhid ehline karşı onlara yardım eden bir kimsenin bütün bunlara rağmen tagutu reddettiğini zannetmesi gerçekten gülünç bir haldir. Çünkü böyle yapan bir kişi, tagutu gerçek manada asla reddetmiş sayılmaz ve bu sebeple mümin de olamaz.

Maalesef zamanımızda çok hayret verici bir durum vardır. O da; insanların, kendilerini İslam alimi olarak tanıdıkları kimselerin, gerek korkmaları, gerek bir takım menfaatler elde etmek istemeleri ve gerekse bir takım menfaatlerin ellerinden gitmesi endişesiyle, zamanımızdaki tagutlara, özellikle de hüküm konusundaki tagutlara düşman olma, buğzetme, onlara karşı savaşma meselesini, uzak durulması gereken bir fitne olarak göstermeleridir.

Hatta onlar bununla da yetinmeyerek, müslümanlar ve müslümanların imamları hakkında zikredilen nasların, bütün küfür ve nifak sıfatlarını üzerlerinde bulunduran bu hüküm tagutları hakkında zikredildiğini söyleyerek nasları tahrif ederler ve insanları kandırırlar.

Onlara ve onları destekleyenlere diyorum ki: "Her nebi bir taguta mübtala olmuştur. O tagut, ona eziyet etmiş, nebi ve ona bağlı olanlar da ona karşı çıkmış, onu tekfir etmiş, şirk ve küfürlerini ona açıkça haykırmışlardır. İşte! Tagutlara karşı takınılması gereken bu tavır; gerçek imanlı ve sabırlı mücahid ile cihad yapmayan münafığı birbirinden ayırır. Allah (c.c)'ın şu ayetlerde buyurduğu gibi:

"İçinizden cihada çıkanları ve sabredenleri bilmek ve imanınızı denemek için sizi mutlaka deneyeceğiz." (Muhammed: 31) "İnsanlar: "İman ettik" deyip imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sanıyorlar?" (Ankebut: 2)

Ey nebilere bağlanılması ve onların örnek alınması gerektiğini söyleyenler! Bunu söylediğiniz halde, sizlerin de kendisiyle imtihan edileceğiniz, kendilerine karşı çıkarak tevhidi açıklayacağınız tagutlar neden olmasın?

Kendisiyle imtihan edileceğiniz, onlara karşı cihad yapmanız gereken tagutlar konusunda nebilerden ve onlara bağlı olanlardan neden kendinizi ayrı tutuyorsunuz? Oysa zamanımızda, Allah (c.c)'tan başka ibadet edilen tagutlarla yeryüzünün dolu olduğu açıkça görülmektedir.

Siz tagutlara karşı çıkmanın, onları tekfir etmenin ve onları yok etmeye çalışmanın fitne olduğunu söylüyorsunuz. Maalesef, gerek farkında olarak gerek farkında olmayarak bu fitneye düşen bizzat sizlersiniz! Zira böyle söylemekle siz, fitnenin en geniş kapısından girmişsiniz de farkında değilsiniz. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Onlardan: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" diyenler vardır. Bilesin ki, onlar zaten fitnenin içindedirler." (Tevbe: 49)

Tağutu Red etmek

Bazı Şüpheler Ve Onlara Reddiye.

Tagutların alimlerinin saptırdığı ve insanları aldatmak için ileri sürdükleri şöyle bir mesele vardır:

"Müslüman olabilmek için la ilahe illallah şehadetini telaffuz etmek yeterlidir. Bu yüzden her kim, la ilahe illallahı telaffuz ederse, ne yaparsa yapsın mümindir ve cennete girecektir."

Bu meseleye, sahih olan "Bitaka" hadisinin ve benzeri bazı hadislerin zahirini delil olarak gösterirler.

Bazı hadislerin zahirinden; la ilahe illallahı söyleyen kimsenin mümin ve cennet ehlinden olduğu anlaşılmaktadır. Fakat, şehadetin manasını, bir kimsenin ne zaman müslüman olacağını, cennete girecek kimsenin vasıflarını açıklayan bu konuyla ilgili başka hadisler de vardır. Buna rağmen onlar, bu hadislere bakmadan, sadece bir kaç hadisin zahiri manasıyla meseleye hüküm vermişlerdir. Böyle yapan kimse ancak, İslam'ın hükmünü istemeyen bir kimsedir.

Bir meselede hakkı isteyen, o mesele hakkındaki Kur-an ve hadiste bildirilen bütün delillere bakarak hüküm verir. Çünkü naslar birbirini tefsir eder. Ve en doğru tefsir, nasların birbirini tefsir etmesidir. Bu nedenle tagutların alimlerine kanarak, onların kurdukları tuzağa ve sapıklığa düşmemen için sana bu meseleyi açıklıyorum:

Rasulullah (s.a.s) sahih bir hadiste şöyle dedi: "İslam beş şey üzerine bina edilmiştir: La ilahe illallah Muhammedun rasululaha şehedat etmek, namazı ikame etmek, zekat vermek, beyti haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır." (Buhari, Müslim)

Tagutların alimleri bu hadisi delil göstererek şöyle derler: "İşte bu hadis, la ilahe illallah Muhammedun rasulullah şehadetini ikrar eden bir kimseden nelerin istendiğini ve Allah (c.c)'ın kendisine neleri farz kıldığını, neleri yerine getirmesi gerektiğini göstermektedir. Bu nedenle insanları İslam'a davet ederken sadece buna davet etmeliyiz."

Onlara cevaben şöyle diyorum: "Hüküm vermede acele etmeyin!.Zira İslami hükümler böyle verilmez. Bu meseleyle ilgili diğer nasları da göz önünde bulundurmak gerekir. Bir konuda nefsin hoşuna giden nasları delil alıp, heva ve hevese ters düştüğü için diğer naslara göz yumarak onları terketmek doğru değildir. Şayet bu konuda doğru hüküm vermek isteniyorsa, o zaman la ilahe illallah Muhammedun rasululah şehadetini açıklayan diğer hadislere de bakmak gerekir.

Rasulullah (s.a.s) sahih senedle şöyle dedi: "İslam beş şey üzerine bina edilmiştir: Allah (c.c)'ı tevhid etmek, namazı ikame etmek, zekat vermek, ramazan orucu tutmak, haccetmek." (Müslim)

Bu hadise dikkatle bakıldığında, hadiste "la ilahe illalah'a şehadet etmek" yerine la ilahe illallah şehade-tinin manasını veren "Allah (c.c)'ı tevhid etmek" lafzının geçtiği görülür. Bu ise; yalnızca Allah (c.c)'a ibadet etmek, sadece O'nun emrine tabi olmak ve Allah (c.c)'tan başka bütün ibadet edilenleri reddetmek, manasına gelir. Hadiste zikredilen tevhidin gerekleri işte bunlardır. Aşağıdaki hadis de bunu açıklar.

Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi: "İslam beş şey üzerine bina edilmiştir: Yalnız Allah (c.c)'a ibadet etmek ve ondan başka ibadet edilenleri reddetmek. Namazı ikame etmek, zekatı vermek, beyti haccetmek ve ramazan orucu tutmak." (Müslim)

Rasulullah (s.a.s)'ın diğer hadislerde la ilahe illallah Muhammedun rasulullah şehadetinin manasını nasıl açıkladığına dikkat et! Önce Allah (c.c)'ı tevhid etmek olarak, sonra da yalnız Allah (c.c)'a ibadet etmek ve Allah (c.c)'tan başka ibadet edilen bütün tagutları reddetmek olarak açıklamıştır.

İşte bu hadislere göre diyorum ki: "Her kim hadiste açıklandığı şekilde la ilahe illallah Muhammedun rasulullah'a şehadet eder yani; bütün ibadetleri yalnız Allah (c.c)'a yapar ve Allah (c.c)'tan başka ibadet edilen bütün tagutları reddederse işte o zaman ancak Allah (c.c)' ın kendisinden istediğini yerine getirmiş sayılır ve bu şekildeki şehadeti ona fayda vererek cehennem azabından onu korur. Bu manayla söylenmeyen şehadetin hiç bir kıymeti yoktur ve şehadeti bu manayla söylemeyen kişiyi bu şehadetin bizzat kendisi yalanlamaktadır."

Ayrıca tagutların alimleri Rasulullah (s.a.s)'ın: "Kim la ilahe illallah Muhammedun rasulullaha şehadet ederse Allah (c.c) ona cehennemi haram kılar." (Müslim) hadisini zikrederek şöyle derler: "Bu delil gösteriyor ki, kim iki şehadeti telaffuz ederek ilan ederse muhakkak cennete girer ve cehennem ona haram olur, asla oraya girmez."

Onlara şöyle diyorum: "La ilahe illallah şehadetinin geçerli olabilmesinin şartları vardır. Bu şartlar diğer naslarda bildirilmiştir. Bu sebeble bu şartları bildiren diğer naslara riayet edilmeli ve onlarla amel edilmelidir. La ilahe illallah'ı söyleyen kimse, ancak bu şartlara riayet ettiği müddetçe cennete girer. Bu şartlardan bazıları şunlardır:

Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi: "Kim la ilahe illallah der ve Allah (c.c)'tan başka ibadet edilenleri reddederse malı, kanı haram olmuş olur ve sonra onun hesabı Allah (c.c)'a aittir."(Müslim)

İşte bu hadis gösteriyor ki tagutu tekfir etmek la ilahe illallah'ın geçerli olmasının şartlarındandır.

Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi: "Kim la ilahe illallah'ın manasını bilerek ölürse cennete girer." (Müslim)

Bu hadis, la ilahe illallahı söyleyen kişinin manasını bilmesini şart koşmuştur.

Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi: "Her kim la ilahe illallah Muhammedun rasulullah'ı kalbiyle tasdik ederek şehadet ederse Allah (c.c) ona cehennemi haram kılar." (Müslim)

Başka bir rivayette şöyle dedi: "Müjdelenin ve müjdeleyin! Her kim la ilahe illallah'ı doğru söyleyerek şehadet ederse cennete girer." (Buhari)

Bu hadislerde ise yalanın tersi olan doğruluk, nifağın zıddı olan ihlas şart koşulmuştur.

Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi: "La ilahe illalah'a ve benim Allah (c.c)'ın rasulü olduğuma şehadet ederim. Her kim bu iki şehadeti şeksiz şüphesiz söyleyerek Allah (c.c)'a kavuşursa muhakkak cennete girer." (Müslim)

Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi: "Herhangi bir kul, la ilahe illallah der ve bunun üzerine ölürse muhakkak cennete girer." (Ahmed, İbni Mace)

Bu hadis ise tevhid üzerinde ölmeyi şart koşar. La ilahe illallah kelimesi ve onu söyleyen kimsenin vasıfları hakkında konuştuğumuzda işte bu hadislerde zikredilen şartları göz ardı edemeyiz ve gizleyemeyiz. Şayet hakkı istiyorsak, la ilahe illallah'ı söyleyen kişiye bu kelimenin fayda verebilmesi için bütün şartları ona bildirmemiz gerekir. Aksi taktirde İslam ilmini gizlemiş oluruz.

19 Ağustos 2007 Pazar

Âhâd Haberlerin Hükmü

Zayıf hariç olmak üzere âhâd hadisler:

1- Zan ifade eder. Bu da bu rivayetlerin kendisinden naklolunduğu zata nisbetinin sahih olma ihtimalinin ağır olması demektir. Ancak bu zan az önce sözü geçen mertebelerine göre farklılık arzeder. Karineler çoğalır, asıl kaideler de onun muhtevâsının lehine şahitlikte bulunursa bu tür haberlerin ilim ifade ettiği haller dahi olabilir.

2- Eğer bir haber mahiyetinde ise, tasdik edilmesi, eğer bir talep ifade ediyorsa, uygulanması suretiyle delâleti gereğince amelde bulunmak.

Zayıf hadise gelince ne zan, ne de amel ifade eder. Onu delil olarak kabul etmek de caiz değildir, zayıf olduğunu açıklamadan zikretmek de caiz değildir. Terğib ve terhib (teşvik ve korkutma) mahiyetinde olanlar müstesnâ. Bir grup ilim adamı şu aşağıdaki şartlara bağlı olarak zikredilmesini müsamaha ile karışlamışlardır:

1- Zayıflık derecesi ileri olmamalı

2- Terğib ve terhibin sözkonusu edildiği amel, aslı itibariyle sabit olmalı

3- Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in onu söylediğine itikad etmemeli (kesin olarak inanmamalı)

Buna göre böyle bir hadisin teşvik ile ilgili hususlarda zikredilmesinin faydası, kişiyi teşvik edilen bir amele teşvik etmek olur. Bu da sevap kazanmak ümidinden ötürü sözkonusudur. Eğer bu yolla sevap elde edilirse mesele yok. Öyle olmazsa ibadette gayret ortaya koymasının ona zararı olmaz ve emrolunan işi yapmak dolayısıyla sözkonusu olan asıl sevabı da kaçırmamış olur.

Terhib (korkutmak) ile ilgili hususlarda zikredilmesinin faydası, ise kişiyi korkutulan bir ameli işlemekten uzak tutmaktır. Çünkü böyle bir cezanın verileceğinden korkulur. Böyle bir işten uzak kalırsa zararı olmaz ve sözü edilen ceza ile de karşı karşıya gelmez.

Âhâd Haberlerin Hükmü

Zayıf hariç olmak üzere âhâd hadisler:

1- Zan ifade eder. Bu da bu rivayetlerin kendisinden naklolunduğu zata nisbetinin sahih olma ihtimalinin ağır olması demektir. Ancak bu zan az önce sözü geçen mertebelerine göre farklılık arzeder. Karineler çoğalır, asıl kaideler de onun muhtevâsının lehine şahitlikte bulunursa bu tür haberlerin ilim ifade ettiği haller dahi olabilir.

2- Eğer bir haber mahiyetinde ise, tasdik edilmesi, eğer bir talep ifade ediyorsa, uygulanması suretiyle delâleti gereğince amelde bulunmak.

Zayıf hadise gelince ne zan, ne de amel ifade eder. Onu delil olarak kabul etmek de caiz değildir, zayıf olduğunu açıklamadan zikretmek de caiz değildir. Terğib ve terhib (teşvik ve korkutma) mahiyetinde olanlar müstesnâ. Bir grup ilim adamı şu aşağıdaki şartlara bağlı olarak zikredilmesini müsamaha ile karışlamışlardır:

1- Zayıflık derecesi ileri olmamalı

2- Terğib ve terhibin sözkonusu edildiği amel, aslı itibariyle sabit olmalı

3- Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in onu söylediğine itikad etmemeli (kesin olarak inanmamalı)

Buna göre böyle bir hadisin teşvik ile ilgili hususlarda zikredilmesinin faydası, kişiyi teşvik edilen bir amele teşvik etmek olur. Bu da sevap kazanmak ümidinden ötürü sözkonusudur. Eğer bu yolla sevap elde edilirse mesele yok. Öyle olmazsa ibadette gayret ortaya koymasının ona zararı olmaz ve emrolunan işi yapmak dolayısıyla sözkonusu olan asıl sevabı da kaçırmamış olur.

Terhib (korkutmak) ile ilgili hususlarda zikredilmesinin faydası, ise kişiyi korkutulan bir ameli işlemekten uzak tutmaktır. Çünkü böyle bir cezanın verileceğinden korkulur. Böyle bir işten uzak kalırsa zararı olmaz ve sözü edilen ceza ile de karşı karşıya gelmez.

Kul Şirkten İslam’a Nasıl Girer

Bir kişinin şirkten kurtulup İslam'a girdiğine hüküm verebilmek için belli şartların tahakkuk etmesi gerekir. Bu şartlar şunlardır:

Birincisi: Söylediği Şehadetin Manasını Bilmesi Gerekir

İkincisi: Şirkin Bütün Türlerinden Uzak Durmak

Üçüncüsü: Tagutun Her Türlüsünü Reddetmek

Dördüncüsü: Hakimiyeti Sadece Allah (c.c)'a Has Kılmak

Sünnete uymak

Sünnete göre harekat etmek vacip, Onu İnkar Küfürdür!

Hamd yalnız ALLAH'a mahsustur. İyi bir sonuç onun emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınanlarındır. Salat ve selam insanlara rahmet olarak gönderilen Allah'ın kulu ve elçisi peygamberimiz Muhammed'e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), ashabına olsun. O ashab ki, Allah'ın kitabını ve peygamberinin sünnetini, söz ve manasına uygun ve bir bütün olarak kendilerinden sonra gelenlere ulaştırmışlardır. Allah onlardan razı olsun. Bizi de en güzel bir şekilde onlara tabi olanlardan eylesin. Amin.

Eski ve yeni bütün İslam alimleri, hükümleri kesin isbat eden, helal ve haramı açıklayan muteber esasların:
"Önünden ve ardından kendisini iptal edecek bir kitab gelmeyecek olan ALLAH'ın KİTABI; kesinlikle boş yere konuşmayan, konuştuğu her şey vahiy olan Rasulullah'ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) SÜNNET'i ve ümmetin bütün alimlerinin İCMA'ı'' olduğuna ittifak etmişlerdir. İslam alimlerinin ihtilafı ancak diğer esaslardadır. Bunların en önemlisi KIYAS'tır. Alimlerinin çoğunluğuna göre muteber şartları yerine geldiği taktirde kıyas bir delildir. Bu dört esasın delilleri sayılamayacak kadar çok olup zikretmeyi gerektirmeyecek kadar meşhurdur.

Abdulaziz ibni Baaz

Blog Listem

  • FİLİSTİNİN TAPUSU.BİZİM ELİMİZDE - 2014 YILINDAN BER, İSRAİLİN UÇAK YAKITI TÜRKİYEDEN GİDİYOR.ÜZGÜNÜM. İSRAİL İŞGALCİFİR.GELDİĞİYERE SÜRÜLMELİ. ERDOĞAN,KUDÜSÜ İSRAİLE SATTI.>>https://yo...
    5 ay önce
  • ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı - ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı: أَلنِّسَاءِيَّاتْ KADININ NAMAZI EVİNDE OLMALIDIR -2 صلاة المرأة في بيتها -25 الحديث الخامس والعشرون : عَنْ أُمِّ حُمَيهدٍ ا...
    9 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal ha...
    10 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - * İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR * .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal h...
    10 yıl önce
  • REÇETE-şiir - Ey yüksek sosyeteye mensup modacı hanım, Eğlence zümresinin başının tacı hanım, Bu metod ki, sizlerin müsbet ilâcı hanım: Dışının görünüşü içinin aynasıd...
    10 yıl önce
  • SAAT KODLARI - http://sitene-kod-ekle.tr.gg/saat-kodlar&%23305;-flashl&%23305;--k1-.oe.rnekli-k2-.htm
    13 yıl önce
  • Manyaklara Güzel Cevap - ÖRTÜNMEK İSLAMIN EMRİDİR. CHP'den,İSLAM DİNİNE HÜCUM CHP Deşifre Olmuştur Bunlar,Türbanlıyı mahkemeye veriyor,Çarşaflıya rozet takıyor.Halkı aldatıyorlar.
    13 yıl önce
  • HIRİSTİYANLAR PİSLİKTİR SEVİLMEZ - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    13 yıl önce
  • Hıristiyanlar Sevilmez - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    13 yıl önce
  • Hak Din İslamdır - *HAK DİN.TEK DİN.İSLAMDIR.* (ÂLİ IMRÂN suresi 19. ayet) إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن...
    14 yıl önce
  • İki Yüzlülük - 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebileceklerini, fakat Allah’tan...
    14 yıl önce
  • İki Yüzlülük - İki Yüzlülüğün Kötülenmesi 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebile...
    14 yıl önce
  • HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) - 15: HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) *BÖLÜM: 1* *Ø** KENDILERINDEN KALEM KALDIRILAN, CEZA VERILMEYEN KIMSELER VAR MIDIR?* *1423-* Ali (r.a.)’den rivâyete göre,...
    14 yıl önce
  • SAPIKLIĞA DÜŞEN KAVİMLERİN GÖRÜŞLERİ - Şimdi bizim sapık kavimlerin rububiyetle ilgili görüşlerini incelememiz Kur’an-ı Kerim’in onları hangi noktalardan ve niçin reddetme yoluna gittiğini ve b...
    15 yıl önce
  • Demokratik çalışma ve amel ilişkisi - *Demokratik Çalışma ve Amel ilişkisi :* İslam adına , müslüman olarak belli bir partinin çalışmalarına katılan kimselerin yaptıkları bu iş, sıhhat şartl...
    15 yıl önce
  • İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT - بســـم الله الرحمن الرحيم "(İyi bilinmelidir ki) Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur ve onlar üzülecek de değildirler. Onlar, iman edip (gerektiği gi...
    15 yıl önce
  • Çay Sohbeti - *İBN-İ TEYMİYYE** ve İBN-İ TEYMİYYE-7.Cilt ve İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT* *İslâm Güneşi,Mekke'den Doğar.Dünyayı Aydınlatır.* *İslâm Bahçesinde,Dinî Yazı,Resim ve...
    15 yıl önce
  • Lanetlikler - الحديث الرابعوالثمانون عن أبي هريرة رضي اللّه عنه قال لَعَنَ رسولُ اللَّهِ صلى اللَّه عليه وسلّم مُخَنَّثِي الرِّجالِ الذينَ يتَبَّهونَ بالنِّساءِوالمُتَ...
    15 yıl önce

Tıkla